Mustafa-Emine ÖZTÜRK üzerinden hayat,ölüm ve sonrası üzerine

26 Nisan 2021 Salı Günü saat 22 gibi Sosyal Medyaya Emine ÖZTÜRK’ün (Mustafa eşi), ölüm haberi düştü.Öztürk

Çocukluğumdan da hatırlıyorum.Ne zaman kasabamızdaki minarelerden Cuma selası dışında bir sela duyulsa, herkes ürpererek ölenin kim olduğunu duymak için mahzun bir şekilde beklerlerdi.

Bense çocukça bir duygu ile korkarak olanları izlerdim.

Hele Sabah namazı sonrası verilen selalar çok daha iç burkucu olurdu.

Önce tüm kasaba bir film şeridi gibi zihinlerden geçer ve hasta, yaşlı, yatalak olan veya ölümü beklenen biri var mıydı? Diye birbirine sorardı insanlar.

Genç ölümleri ise, Yunus Emre’nin deyimiyle;

“Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm

Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi”

Duygusu oluştururdu.

Kazalar, cinayetler,Şehitler,zehirlenmeler….Ne çok acı gördük,şahit olduk.

Ölüm haberi aldık. Ölüm haberi verdik.

Şimdi ise hem köy içindeki eski evlerinde, hem Yenimahalle’deki evlerinde komşumuz olan Gımıllar ismiyle maruf aileden aldığım bu ölüm haberi de, çocukluğumda yaşadığım o korkuyu bana yeniden hissettirdi.

Ölüm korkusu değil bu, kaybetme korkusu…

Emine Hanım’ın cenaze törenine katılmak için Ilgın’a gittiğim de, Konya Yolu Kabristanın da  gördüm  Öztürkler Aile Mezarlığını…

İşte Mezar taşında Küçük Hoca diye bilinen Mustafa ÖZTÜRK’ün ismi.

Hemen orada, yıllarca kasabamızın elektrik işletmesinde çalışıp emekli olmuş,

aile babası Hacı Mehmet ÖZTÜRK. Ve diğerleri…

Mustafa Hoca’nın yanı başına eşi Emine Hanım için açılmış yeni mezar.

Geride erken yaşta babalarını kaybetmiş,şimdi ise baba bildikleri annelerini kaybetmiş 4 genç evlat…Üzgünüm…

Kalbimin dili yok, ondan bizarım diyor ya şair…

Ben de sözü yine Yunus Emre’ye bırakarak duygularımı ifade etmek istiyorum.

Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi

Hele bana şöyle geldi şol göz yumup açmış gibi

İşbu söze Hak tanıktır bu can gövdeye konuktur

Bir gün ola çıka gide kafesten kuş uçmuş gibi

Miskin âdem oğlanını benzetmişler ekinciye

Kimi biter kimi yiter yere tohum saçmış gibi

Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm

Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi

Bir hastaya vardın ise bir içim su verdin ise

Yarın anda karşı gele Hak şarabın içmiş gibi

Bir miskini gördün ise bir eskice virdün ise

Yarın anda sana gele Hak libâsın biçmiş gibi*

Yunus Emre bu dünyada iki kişi kalur derler

Meğer Hızır İlyas ola abı hayat içmiş gibi

Öztürk

BİR ÇİĞİLLİ OLARAK ÇOK ÜZÜLDÜM!

Olay gerçekten çok acı…

Rabbim kimseye evlat acısı yaşatmasın.

Hele hele, 10 yaşındaki çocuğu babası tarafından öldürülmüş bir anne ve eş için sözün bittiği yerdeyiz.

Tüm Türkiye, olayı aktaran ajansın  ve haberleştiren medya organlarının haberleri altına yorumlar döşenmekle meşgul şimdi. Neye yarayacaksa?

Artık ne diyebiliriz ki…Şimdi geriye yalnızca büyük bir acı kaldı.

Efendim biliyorsunuz Pazartesi gün ,  2015 yılında Aşağı Çiğil’den Konya’ya gelmiş ve Karatay ilçesindeki bir apartmanda,apartman görevlisi olarak çalışan İsmail KILINÇER, 10 yaşındaki kendi oğlu Hüseyin’i  öldürdü. Sonra da kendisini polise ihbar etti.

Bugün medyaya yansıyan ilk ifadelerinde de; “Kendisinin günahkar biri olduğunu, 10 yaşındaki oğlunun ise,henüz günahsız olduğunu belirterek, büyüdüğünde günah işlerse oğlunun da cennete gidemeyeceğini söyleyip,çocuğunu cennete gitmesi için(?) kendisinin öldürdüğünü” söylemiş.

Tabii bu ifadelerin basına yansıması üzerine,dine ve dindarlara her zaman saldırmak için bekleşen tayfa,yine klavyelerinin başına üşüştüler.

Ben Psikolog değilim.Psikiyatrist de değilim,

Kriminal konulardan ise hiç anlamam.

Yargıya kalmış bu olay üzerine de konuşmayı artık zaid görüyorum. Ancaaak;

Bir Çiğilli  ve  aynı zaman da bir İlahiyatçı olarak,Babanın öldürme eylemi (Cinayet) ile,gerekçesinde kullandığı argümanlara baktığımda, bilinçli bir saptırma görüyorum.

Olayın cennet –cehennem,din-dindarlıkla bir alakası olmadığı açık.Burada Patolojik-Psikolojik bir durum var.

Katil,cennete gidebilmesi için çocukların öldürülebileceğine dair hangi dini veriden veya nass’ dan hareketle böyle bir çıkarımda bulundu acaba?

Katilin Facebook hesabına baktığımda,Türkiye ortalaması muhafazakar bir kişi gördüm.

Osmanlı arması bir profil, birkaç dua paylaşımı ve Cuma tebriki…

Anladığım kadarıyla Cüppeli Ahmet şarlatanı ve adamlarının paylaşımlarını da paylaşmış.

Fakat alakası olmasa bile, bu acı olay bağlamında bir uyarıyı yeniden yüksek sesle  dile getirmek istiyorum.

Dinin sunumunu yapan insanlar, adı ne olursa olsun,

Dinin aşırı yorumlarından,dini hayatın idealizasyonundan  her zaman uzak durmalılar.

İnsan hayatını değersizleştirecek, ölmeyi ve öldürmeyi teşvik anlamına gelecek her türlü anlatım ve tasvirden kaçınmalılar. Unutmayalım!, Cana Kıymak En Büyük Günahtır.Nokta.

Bir Çiğilli olarak gerçekten çok üzüldüm.

Sevgi ile Umut

I
Sabah ilk dersim saat 08:30 da. Eşim bir taraftan kahvaltı masasına bir şeyler yerleştirmeye çalışırken, bir taraftan da lise 2. sınıfa giden oğlumuzu uyandırmaya çalışıyor.
Masanın üzerinde duran televizyon kumandasını alarak mutfağın bir köşesinde duran 37 ekran televizyona dönüyorum. Amacım hızlıca haberlere göz atmak. 1.kanal;
-“İstanbul’da, 14 yaşındaki çocuğun başından aşağı kaynar su döktüğü ileri sürülen üvey anne Y.T. hakkında uzaklaştırma cezası verildi.”
Hemen 2.kanala geçtim;
-“Ağrı’da, ailesiyle bayram ziyareti için gittiği dedesinin köyünde kaybolan 4 yaşındaki Leyla Aydemir, köyde ölü bulundu.”
Derhal 3. kanala geçtim;
-“Ordu’da, evinin bulunduğu apartmanın girişinde bıçaklanarak, öldürülen Ordu Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Müzik Bölümü 2’nci sınıf öğrencisi Ceren Özdemir’in olay öncesi binaya doğru yürürken, iş yerinin güvenlik kamerasına yansıyan görüntüleri ortaya çıktı. Görüntülerde Ceren Özdemir, kurs çıkışı eve giderken siyah montlu ve siyah pantolon giyen şahıs da onu takip ediyor.”
Görüntülere bakmadım bile. Oğlumuz uzun uğraşlar sonunda masaya teşrif ettiler. Ben de televizyonu kapattım.
II
Ben bir öğretmenim. Anadolu’daki bir şehirde küçük bir lisede görev yapıyorum. Kısaca insan yetiştiriyorum. Muhataplarım gençler.

Kahvaltımı yaptıktan sonra, kapıya kadar beni uğurlayan eşime soğukta fazla kalmaması için el selamı vererek arabama bindim. Müthiş bir soğuk var. Çok az yağan kardan sonra, gecenin soğuğu ile birleşen kar suları, çatılarda ilginç sarkıtlar oluşturarak buzlanmışlar. Arabanın ön camına vuran nefesim, camları buğulandırıyor. Trafik yavaş akıyor. Evim okula yakın olduğu için kısa sürede okula geldim.
Bahçe nöbetçisiyim. Erken gelen öğrenciler sınıflardaki kalorifer peteklerinin etrafına kümelenmişler. Ön bahçede kimsecikler yok. Okul binasının arkasında kalan küçük bahçeye dolandım. Paltomun yakaları dik vaziyette, kaşkol ve şapkamla yüzümü ve boynumu sıkıca kapattım. Binanın köşesinden arkaya doğru ilerleyince bir anda şaşkınlık içinde olduğum yerde kalakaldım.

III
-Sevgi! Neden bu soğukta buradasın kızım? Üstelik tam çatının altında… Başına her an bir buz kütlesi düşebilir.
-Hiç hocam. İçeride daraldım.
-Bana bir şey anlatmak istersen seni seve seve dinlerim. Ama ben yaşlı bir adamım. Burada değil de, içerde dinlemek isterim seni.
-Kimseyle konuşmak istemiyorum hocam.
-Peki, sen bilirsin ama şimdi bu soğukta burada durmana izin veremem.
Sevgiyle birlikte okulun içine girdik. Okul sıcacık. Nöbet defterini imzalayarak öğretmenler odasına geçtim.
Beşinci dersten sonra verilen öğle arasında, Öğrencilerle birlikte kantin sırasındayız. Önümde 4-5 öğrenci var. Şakalaşmalar, gülüşmeler, espriler derken sesimiz biraz fazla… Bu gürültülü ortamda arkamdan Sevgi’nin sesini duydum;
-Hocam sizinle biraz konuşabilir miyim?
-Tabii, hemen geliyorum.
Sıradan ayrılarak televizyon sesinin daha az geldiği uzak bir masaya oturduk.
Sevginin konuşmasını bekledim ve yüzüne baktım.
-Hocam, bu sabah gerçekten duygusal olarak bir ıstırap içindeydim. Arkadaşlarıma hissettirmek istemiyorum ama beni üzen şeyler yaşıyorum. Düşünmeden edemiyorum. Derslerde de kendimi bir türlü toparlayamadım. Üzüntüm büyüyerek üzerime gelen bir çığ gibi.
-Kızım sen 12. sınıf öğrencisi değil misin? Tam da üniversite sınavları atmosferine girmişken, seni kuşatan bu acının sebebi ne ki? Bak ben de endişelenmeye başladım şimdi.
-Sabah gelirken haber aldım hocam. Annemle telefonda konuştuk. Yine babamla tartışmışlar. Annem de evden ayrılıp bir süreliğine Ankara’ya dedemlerin yanına gitmiş.
-Bi dakika bi dakika….Sen zaten annen ve baban ile aynı evde kalmıyor musun?
-Hayır, ben Muhacir Pazarı’nın oradaki Çocuk Yuvasında kalıyorum. Evde üvey kardeşim ile annem- babam kalıyorlar. Annem babamın ölümünden sonra ikinci evliğini yaptı. Üvey babam da beni istemedi.
Hiçbir şey diyemedim. Zil çaldı. Altıncı ders başlıyordu.

IV
Altıncı ders saatinde 11.sınıflara derse girdim. Konumuz, Aile Toplumun Temelidir başlıklıydı.
Bir gün önceden hazırladığım plana göre derse başlamak için ayağa kalktım ki,
orta sıralarda ayaklarını sıranın dışına doğru çıkarmış ve bacak bacak üstüne atıp, kolyesinin zincirini parmağında sallayan Umut’a gözlerim ilişti.. Gayet laubali bir şekilde gülümsüyordu.
Yanına yaklaştım. Başına dikildim. Hiç bir şey demeden toparlanmasını bekliyorum.
Anlamazlıktan geldi.
-Galiba bana bir mesajın var.
-Sadece size değil hocam. Bu okuldaki herkese!
-Tamam. Daha açık söyle bakalım. Seni biz anlayamamışız demek ki?
-Evet, bu hayatta beni kimse anlamadı. Daha doğrusu dinlemedi. Kimseye artık değer vermiyorum. Çünkü kimse bana değer vermiyor. Yeter artık iyice doluyum.
-Ama bu hesaplaşmanı sınıfta ve şimdiye kadar sana yanlışı olmamış bir öğretmene karşı yaparak haksızlık ediyorsun. Şimdi sen böyle otururken, benim hiç derse başlamadan bu sınıftan çıkmam gerekiyor. Sürecin böyle ilerlemesini ister misin? Bunları seninle ikimiz sonra konuşalım. Şimdi ayaklarını içeriye al!
Derse 5 dakika geç başladık.

V
Bir günde yaşadığım bu iki olay beni hayli yordu. Ben de duygusal yapıda bir insandım. Evde kimseyle konuşmadım. Yemek bile bir rutini yerine getirme şeklinde geçmişti. Oğlum ise oldukça neşeli bir şekilde kendi okulunda yaşadıklarını annesine anlatmaya çalışıyordu. Eşim bendeki durumu anlamış, ancak sormamıştı.
Yemekten sonra elime aldığım “ Gülistan” isimli kitabı daha fazla okuyamadım yatağımın kenarına bıraktım.
Zihnimde sürekli Sevgi ve Umut için ne yapabilirim? Sorusunun cevapları dolaşıyordu.
Sonunda ikisinin de aileleri ile görüşüp, konuşmaya karar verdim. Ancak bu karardan sonra uyuyabildim.

VI

-Aloo, Merhaba Nesrin Hanım. Ben kızınız Sevgi’nin öğretmeniyim. Numaranızı Sevgi’den aldım. Müsaitseniz sizinle biraz Sevgi hakkında konuşabilir miyiz?
-Hocam, konuyu tahmin edebiliyorum ama benim de şu anda yapabileceğim bir şey yok. Eşimle bir tatsızlık yaşadık. Bir karar aşamasındayım. Biliyorum kızım açısından bu çok zor bir dönem ama bu bizim aile içi bir meselemiz. Eğer beni eşimle barıştırmak amaçlı bir konuşma olacaksa, lütfen siz bu mevzunun dışında kalın.
-Hayır hayır… Ben tamamen Sevgi’nin durumunu merkeze alarak bir görüşme yapmak istemiştim. Biliyorsunuz kızımız bu yıl üniversite sınavlarına girecek. Onun moralini bozacak şeylerden kaçınmanız veya aile içi problemlerinizi ona yansıtmamanız gerektiğini düşünüyorum.
-Hocam bu gerçeği bir de babasına hatırlatsanız. Onun numarasını size mesaj olarak atıyorum. Babası ile de konuşun. Sevgi her halükarda bizim evdeki durumumuzdan etkileniyor. Ben de biraz düşünmek için evden ayrıldım.
Artık konuşmanın bütünlüğünü kaybetmiştim. Nesrin hanım ne dedi, ben ne dedim gerisini hatırlamıyorum. Telefonu karşılıklı kapattık.

VII
“Aile Toplumun Temelidir” konusunu teorik olarak sınıfta çok güzel işlemiştik. Slaytlar, Özlü Sözler, Mutlu aile fotoğrafları ve karşılıklı soru cevap şeklinde geçen derste, öğrencilere ve kendime, öz değerlendirme formunda hep gülen adam işaretleri koymuştum.
Halbuki gerçek hayatta insanların ve özelde öğrencilerimin neler yaşadıklarını bilmiyordum.
Konuşmadıkça da anlayamayacaktım. Hatta derste, aile kavramının çok resmi olduğunu, Yuva kavramının ise sevgi temelli bir kavram olduğunu ve daha sıcak olduğunu söyleyerek, ‘Yurt’ ve ‘Yuva’ kavramlarını birlikte kullanmalarını isteyip öğrencilerden özlü sözler ve atasözleri bulmalarını istemiştim.
“Garip kuşun yuvasını Allah yapar”
“Bu hayatta sıcak bir yuvadan daha değerli bir şey yoktur”
“Aşk kutsaldır. Kirli gönüllerde yuva yapmaz”
Gün boyu bu sözler beynimin duvarlarına çarptı durdu.
Yurt… Yuva… Sevgi… Umut… Ekmek… Güven…
Yuva kurmak, yuva bozmak.
“Yuva kurmak, yalnızca evlenmek demek değildir. Sevgi yoksa, kendi yalnızlığınızı bir başkasının yalnızlığına eklemiş olursunuz sadece” demişti Franz Kafka.
Ben aile, Yurt-Yuva diye konuyu açtıkça, sınıfımızdaki yurtlarını ve yuvalarını terk ederek ülkemize gelmiş mülteci öğrencilerim içlerine ağladılar.

VIII
-Umut! Beni ne zaman çaya davet edeceksin.
-Müsait değiliz hocam. Ama isterseniz kantinden size büyük bardak bir çay alabilirim.
-Ama ben ailen de tanışmak istiyorum, çay bahane.
-Babamla tanışmanızı istemem
-Neden?
-Kaba-saba bir adam. Ayrıca pek ayık gezmez. Benim de tepemi attırır, yine olay çıkar evde. Zaten anneme de şiddet uyguluyor. Fena bozuğum ona. Ben de yalnızca yatmaya gidiyorum eve.
-Okuldan sonra ne yapıyorsun peki?
Çarşıdayım. Arkadaşlarım var, takılıyoruz. Eve gelmesem de haberleri olacağını zannetmem. Beni odamdadır diye düşünürler.

Umutların evine gidemeyeceğimi, gitsem de bunun bir yarar sağlamayacağını anlamıştım.
Ona sadece babacan bir tavırla, derslerine daha sıkı çalışmasını, ilerde hayatı ve insanları seveceği bir mesleğe yönelmesini, kendisinin bunların üstesinden gelecek bir akademik kapasiteye sahip olduğunu falan söyledim. Beni dinledi ama anladı mı bilmiyorum.

IX
Kış geçene kadar bazen koridorlar da, bazen kantin de, bazen okul çıkışlarında ayaküstü hem Sevgi ile hem de Umut ile konuştum.
Nisan Ayı ile birlikte havalar ısınmaya başlamıştı.
Ben de kilolarıma rağmen, öğrencilerimle öğle aralarında voleybol oynamaya başladım.
Sevgi de, Umut da iyi birer voleybol oyuncusu idiler. Voleybol onlar için en büyük teselliydi.
Bir Çarşamba günü, Sevgi koşarak yanıma geldi;
-Hocam biliyor musunuz annemle babam barıştılar. Babam, annemi umreye götürecek. Döndükten sonra da beni eve alacaklar.
-Aaaaaa… İşte bu güzel haber.
-Önce sizinle paylaşmak istedim.
-Gerçekten çok sevindim.
Konuşmaları Umut da duymuştu. Sessizce başını öne eğdi.

X
YKS sınavları, AYT sınavları derken, Haziran Ayı da geçmişti. Okullar kapandı. Temmuz Ayının sonlarına doğru, telefonumun Whatsapp hattına düşen bir mesajın sesiyle telefon kilidini açtım.
-“Hocam, Ankara’da Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik okuyacağım.” Sevgi.
Mesajı, bir yıl sonra üniversite sınavlarına girecek Umut’un telefonuna yönlendirdim. Amacım Umut’a sen de yapabilirsin demekti.
Umur’dan sadece “Tebrik ederim” cevabı alabildim.
Zaten bu Umut ile son mesajlaşmamız oldu. Ertesi yıl bizim okula devam etmedi. Yazdan kaydını başka bir okula aldırmıştı. Nereye gitti? Niçin gitti? Bir daha haber alamadım. Aramalarımda da hep, “kullanılmayan numara” uyarısı aldım.

XI

Ben mi yaşlanıyordum, yoksa öğretmenlik mi zorlaşıyordu bilmiyorum. Bazen okuldan sonra evdeki kanepenin üzerinde öylece kala kalıyordum. Hoş zaten 52 yaşına gelmiştim. Kendilerine Z nesli denilen veya internet nesli denilen yeni kuşak ile de aramızdaki iletişim baya zorlaşmıştı. Emekli olma hayalleri ve planları bile aklıma geliyordu. Ama öğretmenliği de bırakmak istemiyordum.
Böyle karışık duygular içindeyken okula geldim. Okulda arabamı park ettim. Arabanın kapısını tanımadığım uzun saç ve kısa sakallı bir genç açtı.
-Hocam tanımadınız mı? Ben Umut.
-Peki, bu genç bayan kim?
-Biraz düşünün bakalım, bir yerlerden çıkarabilecek misiniz?
-Sevgiiiii
İkisi de elimi öptüler. Hızlıca 6 yıllık hikâyelerini, ayakta dinledim.
Umut 12. sınıfta, gittiği okulda girdiği üniversite sınavında, Ankara Üniversitesi Gazetecilik Bölümünü kazanmış.
Sevgi ile irtibatları Ankara’da da devam etmiş.
Evlenmişler.
Ama sadece aile olmamış aynı zaman da birbirlerine yurt- yuva olmuşlar.
Sevgi bir ara söze şöyle devam etti.
-Hocam, O bana aşk ile Umut oldu. Ben onun vecd içinde Sevgi’si oldum.
Şimdi o yaşadıklarımızı tamamen unutmak için bol bol seyahat ediyoruz.

AKILLI HAYVANDAN / İNSAN TANRIYA

Hıristiyanlık Teolojisinin temelini atan Tarsuslu Pavlos; Tanrının İnsan suretinde İsa’da tecelli ettiğini Ahmet DEMİRBAŞaddia etmişti.. Sonraları bu inanç, İsa’nın Tanrının bir parçası olduğu iddiası ile devam etti.

Yahudiler İse ;İsrail (İsra –İl /Tanrıyı  yenen adam) diye adlandırdıkları Yakup Peygamber ile Tanrıyı güreştirerek ,Tanrıyı  yere indiren bir teoloji geliştirdiler…

Eski zamanlarda, Tanrının bir yanılsama olduğunu iddia eden  Hegel, Feurbach, Marx, Nietzsche gibi adamlar da çıkmıştı.

Günümüz Postmodern dönemlerinde İnsan- Tanrı ilişkisini artık biraz da İsrail’li  bir yazar olan Yuval Noah Harari, üzerinden okuyoruz.

Kendisi de bir ateist olan Harari’nin kitapları Türkiye’de de çok satanlar listesinde…

İki yıl önce Okuduğum Homo Sapiens( Akıllı Hayvan) isimli kitabından sonra, Homo Deus(Tanrı İnsan) kitabına da hızlıca göz attım…

Önce Yazar hakkında kısaca bir biyografik bilgi vermek istiyorum.

Yuval Noah Harari, dünyaca ünlü İsrailli bir yazar ve tarihçi. 1976 yılında İsrail’in kuzeyindeki Kiryat Ata’da doğdu.

ilesinin bir kısmı Lübnan, diğer kısmı ise Doğu Avrupa kökenli olan Yuval Noah Harari, üniversiteden mezun olduktan sonra İngiltere’ye gitti. Oxford’da doktora yapan Harari, daha sonra ülkesine döndü. Kudüs Hebrew Üniversitesi Tarih Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlayan yazar, günümüzde hâlâ bu görevini sürdürüyor.

Seküler bir ailede yetişen Harari, verdiği röportajlarda kendisini, küçüklüğünden itibaren gerçekte ne olup bittiğini anlamaya çalışan biri olarak tanımlıyor. İsrail’de yasal olmaması nedeniyle kocası Itzik Yahav’la Kanada’da evlenen Harari, LGBTİ birey olmasını şöyle tanımlıyor: “Toplumda genel kabul görülen ya da doğru olduğu varsayılan hiçbir şeye inanmak zorunda değilim.”

Yazarı tanıdığımıza göre, biraz da yazar üzerinden tanımlayabileceğimiz günümüz İnsan-tanrı ilişkilerine bakabiliriz.

Şimdi post-modern zamanlardan geçiyoruz. İnsan bilinci büyük bir kaos içinde. Grek septisizmi ve post-modernitenin nihilizm evliliğinden yükselen bir bilinç doğuyor. Şüphe, inançsızlık ve isyan el ele. Benliğin her şeye karşı duyduğu keskin şüphe ve inançsızlık sonunda insanı kendine tapmaya savuruyor. Buradan bir yanılsama doğuyor. İnsanı mutlaklaştıran yanılsama, insanı doğrunun tek ölçüsü yapan yanılsama. Nietzsche’nin “üstün insanı” yeniden diriliyor. İyi ve kötünün ötesinden güçle tanımlanıyor bu insan. Sınır tanımayan kendinden geçme hazzı. Güçle ittifak kuran haz ve eğlence. Herkes bu yeni dinin ritüellerine katılmak için eroine, esrara, alkole koşuyor. Bu ritüellerden binlerce insan can çekişiyor.

Hatta buradan Hristiyanlığın Tanrı İnsan’ı yerine “İnsan Tanrı” geçiyor. Kimi psikologlar buna Ben Kuşağı adını veriyor şimdi.

Jan Twenge’nin “Ben Nesli” diye Türkçeye çevrilen kitabını da okumanızı tavsiye ederim.

En azında Z nesli denilen kuşağı tanımamıza yardımcı olacaktır.

Bu nesil, ne metafiziği tanıyor ne de kendi dışındaki varlığı. Varlığı kendisi ile başlatıyor ve yine kendisi ile bitiriyor. “İnsan Tanrı” tasavvurunu tamamen benliğe aktarıyor. Büyük bir ego, büyük bir megalomanlık ve büyük bir narsizm ! Sadece kendisini düşünen bir benlik. Aile, toplum, başkaları onun umurunda değil. Ahlakın getirdiği toplumsal mesuliyete karşı inançsızlık ve kayıtsızlık. Kişisel gelişimci “Tanrı İnsan” papazları, her sabah ayna karşısına geçerek “ben ne kadar önemliyim diyerek mutlu olun” diyorlar. Başarın, kazanın ve mutlu olun…

Mutlu mu peki?

Sahipsiz Köyün Batması Haktır

Bu yıl  3-4 defadır 20-25 kişilik guruplar halinde kasabamız dışından arkadaşlarımla piknik amaçlı kasabamıza gittim.

Kasabamızın son yıllarda içine düştüğü fiziki manzara gerçekten içimizi sızlatıyor.

Bu durumun tabii ki bizim hemşehrilerimizle bir alakası yok.

Kasabaları mahallelere dönüştüren Büyükşehir Yasasının sonuçları, kasabamızın son durumunu göze alarak söyleyelim ki, HİÇ İYİ OLMADI.

Bu neticeye siyasi bir karar olarak varmıyorum, Manzaraya bakarak söylüyorum.

Şimdi bazı arkadaşlar kalkıp;”Biz demiştik!”  diyebilirler. Hatta “ Günaydııın” da diyebilirler.

Bu konu ayrı bir lokal ortamda  tartışılabilir de ancak;

Benim amacım şimdi bir bahsi diğer.

Kabul edelim ki 1967 yılından itibaren Belediye yönetimine geçen kasabamız tarihinde, kasabamıza yapılan en iyi hizmetlerden biri de, Tekgori mevkii ne yapılan GÜKKÜ piknik alanıydı. Emeği geçenlerden Allah razı olsun.

Kasabamızda yaşayan hemşerilerimiz için ailecek oturulup piknik yapılacak bir ortam fazla sorun olmayabilir. Kasabamızın her tarafı doğal güzellikleri açısından buna müsait…

Ya da işleri-güçleri nedeni ile insanlarımız buna fırsat bulamayabilir.

Ama bizim gibi dışarıdan kasabamıza gelip gidenler açısından bunun önemi izah edilemez…

Daha kasabamıza girer girmez tüm misafirlerimiz, hayranlıklarını yüksek sesle dile getirme ihtiyacı hissettiler.

Peki sıkıntı ne o zaman? Dediğinizi duyar gibiyim.

Bir daha belirtmeliyim sözüm muhataplarına…Yani, Ilgın Belediyesine…

Yeni seçilen Belediye başkanı acaba Gükkü’ye  hiç geldi mi?

Gükkü diye bir yer olduğunu biliyor mu?

Bilmiyorlarsa mevkinin son durumunu biz onlara biraz anlatalım.

1-Mescidin dış duvarları  kırmızı sprey boyalarla siyasi simge ve sloganlarla kirletilmiş.

2- Şadırvanların mermerleri sökülmüş kenarlarda duruyor.

3-Musluklar yerinde yok.Her birine ağaç tıpa sokulmuş.

4- Su kaçakları dolayısı ile şebekeden sağlanan sular kapatılmış.

5-Tuvaletlerde su olmadığı gibi, lavabolar kırılmış, içi içler acısı

6-Tretuvarlar ve kilitli taşlar sökülmüş

7-Kameriyenin şıngılları eskidiği için tavan su almış ve delikler oluşmuş.

Daha yazabilirim ama uzatmak istemiyorum.

Ancak Sayın Belediye Yetkilileri!

Tabii ki eskiyecek, kırılacak, size orada yatın bekleyin de demiyoruz.

Ama kırılan, sökülen,bozulan yerleri tamir etmek sizin göreviniz değil mi?

Kasabamız girişi ,bölünmüş yolun başlangıcı nadas olmuş…

Ne asfalt kalmış ne yol….

Hadi iki Çiğil arasındaki yol,karayolları veya il özel idaresi sorumluluğunda,

Ama kasaba içinde her tamir edilen su patlaklarından sonra  kenara yığılmış kilitli taşları kim yerine koyacak?

Koski mi? Siz mi?

Seçim önceleri oy istemek için her siyasi partinin temsilcileri kasabamıza uğradılar.

Şimdi ?

Bu konularda Murat GÜLLE kardeşimizin sesi ve nefesi daha ne kadar yetecek veya tükenecek…

Lütfen duyarsız kalmayalım…En azından Murat’ın kasabamızla ilgili paylaşımlarını daha çok yere ulaştıralım…Paylaşalım…Retweet edelim..

Ekmeğini yediğimiz,hala suyunu içtiğimiz kasabamızı yalnızlığa terk etmeyelim…

Ve muhtemel mezarımızın da bulunduğu bu topraklara sırtımızı dönmeyelim..

Tüm bu düşünce ve taleplerim,kasabamıza aşık bir vatandaşın istek ve talepleri olarak değerlendirilsin ne olur?

Ekonomi Borsasında Fiyatı Düşen Ahlak Hisseleri

“Kendi bloğunda artık niye yazmıyorsun?” diyenlere,Ahmet DEMİRBAŞ

-Herkesin yazdığı-çizdiği, filmini çektiği bu sanal alemde yazılarım boşlukta kalıyor. Dedim.

Ancak yine de duramıyor insan…Konuşmanın kaybolduğu, muhabbetin bittiği, insanın insana muhtaç kaldığı dönemleri yaşıyoruz…

Her taraftan mesajlar yağıyor…

Televizyon, internet, sosyal medya…

Bakın aşağıdaki duygularımı paylaşmak için bile,yine bilgisayarın başına kondum.

Son zamanlarda dikkatimi çeken, içimi karartan bir gerçekliği yazmalıyım.

Başlığın patenti bana ait, emin olun herhangi bir yerden araklamadım.

Yok yok ,borsa ve hisseler üzerine yazmayacağım. Yalnızca son bir aylık yaşadıklarım.

Ekonomik bir kriz yaşadığımız ve ülke olarak zor günler geçirdiğimiz malum.

Bulunduğumuz yerden,   “ Yok canım! Ne krizi?” demekte gerçekçi değil.

Böyle bir kriz ortamında yaklaşık 15 bin liralık bir hizmet alımım oldu. Başkalarına iş yaptırdım. Bir kısmı mobilyacı, bir kısmı inşaatçı, bir kısmı tedarikçi bazı insanlarla ekonomik alışverişimiz oldu. Oto tamircileri dolayısı ile yolum sanayii de düştü.

İnsanları tanımanın en ayırt edici yollarından biri de ticari ilişkiler ve alışveriştir.

Deprem, kıtlık, ekonomik kriz gibi olumsuz yaşanımlarda toplumdaki dini ve ahlaki göstergeler ve barometre biraz inişli-çıkışlı olabilir ama,

Bu son yaşadıklarımızda artık şunu gördük ki, ister alıcı olalım, ister satıcı neredeyse tamamımızda ne vicdan kalmış, ne de ahlak…Merhamet, insaf ise hiç ortalıkta görünmüyor.

Kafasına göre günde 3 kez etiket değiştiren avm sahipleri de, imalatçı da, aracı da…

Daha hiçbir iş yapmadan işe başlama edeli olarak 300 lira isteyen tamircide..

Ödemelerini zamanında yapmak için hiçbir çaba göstermeyen alıcıda..

Eeeee döviz  nasıl olsa yükseldi…Piyasa serbest…

Argo olacak ama, kim kimi kazıklarsa…

Döviz yükselince ahlak değer mi kaybediyor? Sorusunu da ekonomistler ve sosyologlar açıklasın….

Ama ben şunu söyleyeyeyim. Bu yaşanılanlar sürdürülebilir değil…

Aşağıdaki adisyon şaka, fakat yarın bir Deli Dumrul da size benzeri bir fatura çıkarabilir.

“Allah’ım içimizdeki beyinsizler yüzünden bizi cezalandırma!”

                                                                                                           14.10.2018 /Konya

Afrin’e Operasyon ile ilgili Okulumuzda yaptığım konuşma

DEĞERLİ ÖĞRETMENLERİM VE

SEVGİLİ GENÇLER…!null

 17 Gün önce biz tatile girerken, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Kahraman Mehmetçiğimiz ülkemizin hemen güneyinde Hatay sınırımıza yuvalanmış PKK/ PYD teröristlerine karşı fiili bir mücadele için Afrin’e bir operasyon başlattılar…  Bugün Afrin harekatının 17. günü…

 Gelişmeleri  Medyadan sizler de takip ediyorsunuz…

Küresel Emperyal güçler, hemen sınırımızda bize ve güvenliğimize karşı vekalet savaşları verecek terörist guruplar oluşturup, onları destekliyorlar…

Taaa okyanusun ötesinden Amerika bölgeye gelmiş,    Askeri üsler kurmuş ve sanki yetmiyormuş gibi,4800 tır silahı PYD/YPG Güçlerine dağıtmış durumda…

Üstelik kendilerinin kurduğu paravan bir örgüt olan DAEŞ İle mücadele adına bunu yaptıklarını söyleyerek adeta aklımızla alay ediyorlar…

Rusya, İran, İsrail, Fransa..hepsinin bölgede hesapları var.

Güney sınırlarımız boyunca bir terör koridoru oluşturarak, bölgeyi bir kaos ortamına terk etmek istiyorlar.

Kolay mobilize edilebilecek terör örgütlerini bu koridora yerleştirerek,Türkiye’yi kuşatma altına almak istiyorlar…

!Ama unutmasınlar ki….karşılarında ne bir kabile devleti, ne de onların emperyalist amaçlarına hizmet edecek bir kanton devlet var…Biz ne Irak’ız,ne Kuzey ırak ve ne de Suriye…

40 yıldır nasıl PKK ya karşı bir mücadele verdiysek veya Çanakkale’de,Sakarya’da, Gaziantep’te nasıl onurumuzla ayakta durduysak, İşgalcilere ve teröristlere yol vermediysek,,,Bu gün de güneyimizde bizi taciz etmeye çalışan çapulculara asla boyun eğmeyeceğiz…

SEVGİLİ GENÇLER!

Savaşı kutsamıyorum.Esas olan barıştır.Ancaaak bazen barışı korumak için savaşmak durumunda kalabiliriz…

İşte bugün Mehmetciğimiz bölgede bir barış ortamı bir sükunet adası oluşturmak için Afrine doğru ilerliyor…

Tıpkı Cerablus’ta, Azez’de  bir barış adası oluşturduğu gibi…

Ve SEVGİLİ GENÇLER!

Barış için verdiğimiz bu mücadele de şehitlerimiz var…

Kimi, benden sonra adıma bir okul yaptırın diyerek şehit oldu, kimi de biz tatile gidiyoruz diyerek…

Bazıları nişanlıydı, bazıları evli…

Daha Cumartesi gün bir öğrencimi şehit verdik.

1999 yılında Siirt/Şirvan Yatılı Bölge ilköğretim Okulu 6/A sınıfında dersine girdiğim 27 yaşındaki Hayrettin’imizi ebediyete uğurladılar…HAİN PKK’nın Kuzey Irak’ın Kani Rash bölgesinden fırlattığı bir roket, uzman çavuşumuz,Hayrettin’imizi bizden aldı…

Dün  de Ereğli’de bir şehidimiz vardı.

Şehitlerimiz var ama, 73 yaşında “beni askere tekrar alın” diye askerlik şubesine başvuran Kayserili Ramazan Amcamız da var…

Hatırlıyorsunuz değil mi?… FETÖCÜLER de daha 2 yıl önce 250 insanımızı şehit etmişlerdi… Fakat,

Teröristler ister sınırlarımızın içinden olsun,ister sınırlarımızın dışından…ASLA ONLARA BOYUN EĞMEYECEĞİZ…ASLA KÜRESEL GÜÇLERİN OYUNLARINA ALET OLMAYACAĞIZ…

SEVGİLİ GENÇLER!

Askerlerimiz bugün arazide bir mücadele yürütüyorlar.

İstiyoruz ki bizler de en azından,onlara dualarımızla destek olalım.Sizler Temiz yürekli, kalpleri henüz kirlenmemiş birer genç olarak şimdi ellerinizi açın ve burada hep beraber  yapacağımız duaya katılın…

Amin…(Giriş dua)

Ya Rabbe’l Alemin….bugün burada bu genç kardeşlerimizle ellerimizi-kalbimizi açtık, sana yöneliyoruz,Dualarımızı kabul eyle Allah’ım…

Bizleri umduklarımıza nail,korktuklarımızdan emin eyle …

Ya rabbi kahraman ordumuzdan, güvenlik güçlerimizden nusret ve inayetini esirgeme, millet olarak bize zafer ihsan eyle. Şehitlerimize rahmet, gazilerimize şifalar ver. Birliğimize, dirliğimize göz dikenlere, izzetimize, şerefimize kastedenlere fırsat verme. Ey Rabbimiz terör ve vahşetten, kan ve göz yaşından, fitne ve fesattan, bozgunculuktan beslenenlere karşı milletçe tek yürek olmayı nasip eyle. bu aziz milletimizi sen mahcup eyleme…

Allahım vatanımızın güvenliği, milletimizin huzuru, bölgemizde barış ve selametin temini için kahraman güvenlik güçlerimizin ve yiğit askerlerimizin başlattığı harekatı hayırlı eyle. Şanlı ordumuza nusretinle ve kudretinle yardım eyle. Her türlü fitne ve fesada, hile ve tuzağa karşı bizlere feraset ile basiret ihsan eyle. Birlik ve beraberliğimizi, huzur ve kardeşliğimizi daim ve baki eyle. Bölünüp parçalanmaktan, dağılıp bozulmaktan, tefrikaya düşmekten bizleri muhafaza eyle.”

Allah’ım! Bizleri ayrılıklardan, fitne ve fesattan uzaklaştır. Maddi ve manevi güçlerimizi birleştir. Aramızdaki dayanışmayı güçlendir. İstiklal ve istikbalimize pranga vurmaya çalışan dahili ve harici düşmanlara karşı bizi mansur ve muzaffer eyle Allah’ım!

Allah’ım! Gencecik bedenlerini vatanlarına siper eden, canlarını din- devlet,- millet uğrunda feda eden, istiklal ve istikbalimiz uğrunda ruhunu sana armağan eden şehitlerimizin hüznü ile sana yalvarıyoruz. Ellerimizi boş çevirme Allah’ım.

Gelen acı haberlerle yürekleri dağlanan annelere, babalara, eşlere, evlatlara sabr-ı cemil ihsan eyle Allah’ım.

Tarih boyunca nice saldırıya mertçe, yiğitçe karşı durmuş milletimize bu cinayetler karşısında metanetli, ferasetli, soğukkanlı ve iradeli olmayı lütfeyle Allah’ım. Milletimizin huzur, barış ve kardeşliğine kasteden, tuzak kuranlara fırsat verme Allah’ım!

Onların tuzaklarını başlarına çevir. Sana inanan bu necip milletin ismetini hiçe sayanları sen , kahru perişan eyle Allah’ım!        Ve…

Bütün acılara rağmen milletimizin hiçbir ferdini haktan, hukuktan, adaletten, merhametten bir an bile olsa ayırma Allah’ım. Amiinn vesalamün alel mürselin velhamdülillahi rabbil alemin El Fatiha…

 

5 Yıldızlı Otelde İslami (!) Tatil Ayrıcalığı

Komploculuk veya felaket tellallığı yapmayı seven biri değilim.

Ya da “Ah nerde o eski zamanlar! O eski insanlar!” nostaljisinde  yaşamaktan da hazzetmem..

 Yalnız…

Yaşadığım zaman, mekan, insanların geneli ile Müslümanlık ve Müslümanlar özelinde beni rahatsız eden bazı değişim ve algı-anlayışlar var…

 Ne zamandır bunu mutlaka yazmalıyım dediğim bir konu bu…

Başlıktan konuya dair bir çıkarımınız olmuştur.

 Müslümanların son dönemde yaşadıkları dönüşüm, değişim, başkalaşma, Modernizmin etkisi,Konformizm gibi konulara dair sosyologlar,ilahiyatçılar,bir şeyler yazıyorlar…

 Ben sadece başlıktaki konuya ilişkin bir rahatsızlığımı yazmak istiyorum.

Bana ne seni rahatsız eden şeyden diyorsanız, yazı burada bitti. Geçiniz…

 Haziran Ayı’nın başından beri telefonuma çok sayıda İslami Tatil temalı otel mesajı düşüyor…

Bay – Bayan ayrı havuz seçeneğinden,otelde mescit bulunduğuna veya alkolsüz olduğuna dair detayları da araya sıkıştırmışlar..

 Bizim telefonlarımızı bu otellere kim veriyor? Neden benim gibi Din Kültürü Öğretmeni veya İmam-Diyanet personeli arkadaşlarımıza bu mesajlar düşüyor ayrı bir bahsi diğer..

 Ancak, 5 yıldızlı otel ve İslami Tatil kombininin  ne kadar absürt kaçtığını dikkatlerinize sunuyorum.

Bir Müslüman tatil deyince ne anlamalıdır? Kalacağı otelin (kalacaksa) yıldızı, konforu, fiyatı ne ifade eder, bunu da böyle arayışlar içinde olan arkadaşlarımızın vicdanlarına bırakıyorum.

Gerçi aklımız artık vicdanlarımızı da örtecek, karartacak meşrulaştırıcı gerekçeler uydurabiliyor.

O yüzden ben bu arkadaşlara kalpleri ile akletmelerini önererek, konunun başka bir yönünden devam etmek istiyorum.

 İslami Müzik, İslami Bankacılık, İslami Tatil…

Bu isimlendirmeleri yapanlar, bence, kapitalizmin tüketici,istismar edici,ahlaksız,değerleri bile pazarlayan elemanları…

 Müşterileri var mı?

Olmaz mı?

 Ramazanda oruç tutarak, yoksulların ve açların halini anlamaya çalıştığını iddia eden ve kendini Müslüman olarak tanımlayan, Bu konuda mangalda kül bırakmayan kendilerine göre seçkinci,elit veya orta sınıf hali vakti yerinde Müslümanlara soralım o zaman…

 5 yıldızlı otelde İslami (!) Tatil ayrıcalığı size ne kazandırıyor?

Temmuz 2017/Konya