AKILLI HAYVANDAN / İNSAN TANRIYA

Hıristiyanlık Teolojisinin temelini atan Tarsuslu Pavlos; Tanrının İnsan suretinde İsa’da tecelli ettiğini Ahmet DEMİRBAŞaddia etmişti.. Sonraları bu inanç, İsa’nın Tanrının bir parçası olduğu iddiası ile devam etti.

Yahudiler İse ;İsrail (İsra –İl /Tanrıyı  yenen adam) diye adlandırdıkları Yakup Peygamber ile Tanrıyı güreştirerek ,Tanrıyı  yere indiren bir teoloji geliştirdiler…

Eski zamanlarda, Tanrının bir yanılsama olduğunu iddia eden  Hegel, Feurbach, Marx, Nietzsche gibi adamlar da çıkmıştı.

Günümüz Postmodern dönemlerinde İnsan- Tanrı ilişkisini artık biraz da İsrail’li  bir yazar olan Yuval Noah Harari, üzerinden okuyoruz.

Kendisi de bir ateist olan Harari’nin kitapları Türkiye’de de çok satanlar listesinde…

İki yıl önce Okuduğum Homo Sapiens( Akıllı Hayvan) isimli kitabından sonra, Homo Deus(Tanrı İnsan) kitabına da hızlıca göz attım…

Önce Yazar hakkında kısaca bir biyografik bilgi vermek istiyorum.

Yuval Noah Harari, dünyaca ünlü İsrailli bir yazar ve tarihçi. 1976 yılında İsrail’in kuzeyindeki Kiryat Ata’da doğdu.

ilesinin bir kısmı Lübnan, diğer kısmı ise Doğu Avrupa kökenli olan Yuval Noah Harari, üniversiteden mezun olduktan sonra İngiltere’ye gitti. Oxford’da doktora yapan Harari, daha sonra ülkesine döndü. Kudüs Hebrew Üniversitesi Tarih Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlayan yazar, günümüzde hâlâ bu görevini sürdürüyor.

Seküler bir ailede yetişen Harari, verdiği röportajlarda kendisini, küçüklüğünden itibaren gerçekte ne olup bittiğini anlamaya çalışan biri olarak tanımlıyor. İsrail’de yasal olmaması nedeniyle kocası Itzik Yahav’la Kanada’da evlenen Harari, LGBTİ birey olmasını şöyle tanımlıyor: “Toplumda genel kabul görülen ya da doğru olduğu varsayılan hiçbir şeye inanmak zorunda değilim.”

Yazarı tanıdığımıza göre, biraz da yazar üzerinden tanımlayabileceğimiz günümüz İnsan-tanrı ilişkilerine bakabiliriz.

Şimdi post-modern zamanlardan geçiyoruz. İnsan bilinci büyük bir kaos içinde. Grek septisizmi ve post-modernitenin nihilizm evliliğinden yükselen bir bilinç doğuyor. Şüphe, inançsızlık ve isyan el ele. Benliğin her şeye karşı duyduğu keskin şüphe ve inançsızlık sonunda insanı kendine tapmaya savuruyor. Buradan bir yanılsama doğuyor. İnsanı mutlaklaştıran yanılsama, insanı doğrunun tek ölçüsü yapan yanılsama. Nietzsche’nin “üstün insanı” yeniden diriliyor. İyi ve kötünün ötesinden güçle tanımlanıyor bu insan. Sınır tanımayan kendinden geçme hazzı. Güçle ittifak kuran haz ve eğlence. Herkes bu yeni dinin ritüellerine katılmak için eroine, esrara, alkole koşuyor. Bu ritüellerden binlerce insan can çekişiyor.

Hatta buradan Hristiyanlığın Tanrı İnsan’ı yerine “İnsan Tanrı” geçiyor. Kimi psikologlar buna Ben Kuşağı adını veriyor şimdi.

Jan Twenge’nin “Ben Nesli” diye Türkçeye çevrilen kitabını da okumanızı tavsiye ederim.

En azında Z nesli denilen kuşağı tanımamıza yardımcı olacaktır.

Bu nesil, ne metafiziği tanıyor ne de kendi dışındaki varlığı. Varlığı kendisi ile başlatıyor ve yine kendisi ile bitiriyor. “İnsan Tanrı” tasavvurunu tamamen benliğe aktarıyor. Büyük bir ego, büyük bir megalomanlık ve büyük bir narsizm ! Sadece kendisini düşünen bir benlik. Aile, toplum, başkaları onun umurunda değil. Ahlakın getirdiği toplumsal mesuliyete karşı inançsızlık ve kayıtsızlık. Kişisel gelişimci “Tanrı İnsan” papazları, her sabah ayna karşısına geçerek “ben ne kadar önemliyim diyerek mutlu olun” diyorlar. Başarın, kazanın ve mutlu olun…

Mutlu mu peki?

Ekonomi Borsasında Fiyatı Düşen Ahlak Hisseleri

“Kendi bloğunda artık niye yazmıyorsun?” diyenlere,Ahmet DEMİRBAŞ

-Herkesin yazdığı-çizdiği, filmini çektiği bu sanal alemde yazılarım boşlukta kalıyor. Dedim.

Ancak yine de duramıyor insan…Konuşmanın kaybolduğu, muhabbetin bittiği, insanın insana muhtaç kaldığı dönemleri yaşıyoruz…

Her taraftan mesajlar yağıyor…

Televizyon, internet, sosyal medya…

Bakın aşağıdaki duygularımı paylaşmak için bile,yine bilgisayarın başına kondum.

Son zamanlarda dikkatimi çeken, içimi karartan bir gerçekliği yazmalıyım.

Başlığın patenti bana ait, emin olun herhangi bir yerden araklamadım.

Yok yok ,borsa ve hisseler üzerine yazmayacağım. Yalnızca son bir aylık yaşadıklarım.

Ekonomik bir kriz yaşadığımız ve ülke olarak zor günler geçirdiğimiz malum.

Bulunduğumuz yerden,   “ Yok canım! Ne krizi?” demekte gerçekçi değil.

Böyle bir kriz ortamında yaklaşık 15 bin liralık bir hizmet alımım oldu. Başkalarına iş yaptırdım. Bir kısmı mobilyacı, bir kısmı inşaatçı, bir kısmı tedarikçi bazı insanlarla ekonomik alışverişimiz oldu. Oto tamircileri dolayısı ile yolum sanayii de düştü.

İnsanları tanımanın en ayırt edici yollarından biri de ticari ilişkiler ve alışveriştir.

Deprem, kıtlık, ekonomik kriz gibi olumsuz yaşanımlarda toplumdaki dini ve ahlaki göstergeler ve barometre biraz inişli-çıkışlı olabilir ama,

Bu son yaşadıklarımızda artık şunu gördük ki, ister alıcı olalım, ister satıcı neredeyse tamamımızda ne vicdan kalmış, ne de ahlak…Merhamet, insaf ise hiç ortalıkta görünmüyor.

Kafasına göre günde 3 kez etiket değiştiren avm sahipleri de, imalatçı da, aracı da…

Daha hiçbir iş yapmadan işe başlama edeli olarak 300 lira isteyen tamircide..

Ödemelerini zamanında yapmak için hiçbir çaba göstermeyen alıcıda..

Eeeee döviz  nasıl olsa yükseldi…Piyasa serbest…

Argo olacak ama, kim kimi kazıklarsa…

Döviz yükselince ahlak değer mi kaybediyor? Sorusunu da ekonomistler ve sosyologlar açıklasın….

Ama ben şunu söyleyeyeyim. Bu yaşanılanlar sürdürülebilir değil…

Aşağıdaki adisyon şaka, fakat yarın bir Deli Dumrul da size benzeri bir fatura çıkarabilir.

“Allah’ım içimizdeki beyinsizler yüzünden bizi cezalandırma!”

                                                                                                           14.10.2018 /Konya

5 Yıldızlı Otelde İslami (!) Tatil Ayrıcalığı

Komploculuk veya felaket tellallığı yapmayı seven biri değilim.

Ya da “Ah nerde o eski zamanlar! O eski insanlar!” nostaljisinde  yaşamaktan da hazzetmem..

 Yalnız…

Yaşadığım zaman, mekan, insanların geneli ile Müslümanlık ve Müslümanlar özelinde beni rahatsız eden bazı değişim ve algı-anlayışlar var…

 Ne zamandır bunu mutlaka yazmalıyım dediğim bir konu bu…

Başlıktan konuya dair bir çıkarımınız olmuştur.

 Müslümanların son dönemde yaşadıkları dönüşüm, değişim, başkalaşma, Modernizmin etkisi,Konformizm gibi konulara dair sosyologlar,ilahiyatçılar,bir şeyler yazıyorlar…

 Ben sadece başlıktaki konuya ilişkin bir rahatsızlığımı yazmak istiyorum.

Bana ne seni rahatsız eden şeyden diyorsanız, yazı burada bitti. Geçiniz…

 Haziran Ayı’nın başından beri telefonuma çok sayıda İslami Tatil temalı otel mesajı düşüyor…

Bay – Bayan ayrı havuz seçeneğinden,otelde mescit bulunduğuna veya alkolsüz olduğuna dair detayları da araya sıkıştırmışlar..

 Bizim telefonlarımızı bu otellere kim veriyor? Neden benim gibi Din Kültürü Öğretmeni veya İmam-Diyanet personeli arkadaşlarımıza bu mesajlar düşüyor ayrı bir bahsi diğer..

 Ancak, 5 yıldızlı otel ve İslami Tatil kombininin  ne kadar absürt kaçtığını dikkatlerinize sunuyorum.

Bir Müslüman tatil deyince ne anlamalıdır? Kalacağı otelin (kalacaksa) yıldızı, konforu, fiyatı ne ifade eder, bunu da böyle arayışlar içinde olan arkadaşlarımızın vicdanlarına bırakıyorum.

Gerçi aklımız artık vicdanlarımızı da örtecek, karartacak meşrulaştırıcı gerekçeler uydurabiliyor.

O yüzden ben bu arkadaşlara kalpleri ile akletmelerini önererek, konunun başka bir yönünden devam etmek istiyorum.

 İslami Müzik, İslami Bankacılık, İslami Tatil…

Bu isimlendirmeleri yapanlar, bence, kapitalizmin tüketici,istismar edici,ahlaksız,değerleri bile pazarlayan elemanları…

 Müşterileri var mı?

Olmaz mı?

 Ramazanda oruç tutarak, yoksulların ve açların halini anlamaya çalıştığını iddia eden ve kendini Müslüman olarak tanımlayan, Bu konuda mangalda kül bırakmayan kendilerine göre seçkinci,elit veya orta sınıf hali vakti yerinde Müslümanlara soralım o zaman…

 5 yıldızlı otelde İslami (!) Tatil ayrıcalığı size ne kazandırıyor?

Temmuz 2017/Konya

Yaz kurslarında ne yapmaya çalışıyoruz???

Okullar bugün tatile girdi.

Milyonlarca ilk-orta ve Lise öğrencisi yaklaşık 3 aylık bir tatile çıktılar.

Aynı gün camilerimizdeki hutbenin konusu cami ve yaz kursları idi.

 Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı,Büyükşehir Belediyesi,Çeşitli sivil toplum kuruluşları,Dernekler,Cemaatler ve hatta bazı yer altı sekteryan guruplar çocuklarımıza yönelik yaz kursları düzenliyor.

 Yüzme, Binicilik, Gezi gibi etkinliklerin yanı sıra, Dini Değerler kapsamında, Kur’an okuma, Siyer,İlmihal Bilgilerini de kapsayan bir içeriği var yaz kurslarının…

 Peki bu kurslarda velinin amaç ve hedefleri neler?

Kursu verenlerin planı ne?

Öğreticiler Neyi ? Ne kadar? ve hangi yöntemlerle verecek?

Bu kurslarda bir denetlenebilirlik mekanizması veya başarıyı değerlendirme ölçütü var mı?

 Tüm bu soruların cevabı yok?

Tarife ise belli…

Kurs ücretleri,yemek ve servis ücretleri ile ortalama 400 ila 1000 lira arasında bir rakam telaffuz ediliyor…

 Komek yaz kurslarında bu miktar biraz daha düşük…

Sizin için para önemli değil ise,

-“Çocuğu yazdırdık kursa, en azından yeri belli” diye düşünmeden, yukarıda soru işareti koyarak sorduğumuz soruları bir kere daha düşünün…

Tam 4 yıldır oğlumu yaz kurslarına gönderiyorum.

Her yaz, bir daha o kursa göndermeyeceğimizi söyleyerek kursu tamamladık.

Ve şunu fark ettik cemaat ve dernekler bu işi ticari sektöre çevirmişler.

 Hiçbir pedegojik özelliği olmayan, az ücretle çalışmayı veya dernek gönüllüsü olmayı seçmiş, üniversite öğrencileri hatta imam hatip son sınıf öğrencilerinin öğretici olarak görevlendirildiği bu kurslarda, Çocuklara verilen dini bilgiler ise, mucizelerle örülmüş ve insani yönü örtülmüş bir peygamber ile, kategorik olarak numaralandırılmış ilmihal bilgileri…

Henüz Allah tasavvuru yerli yerince oturmamış çocuğum, Allah’ın zati ve subuti sıfatlarını telaffuz zorluğuna rağmen takır takır sayıyor.

 Neden dua etmemiz gerektiği ve duanın ne olduğunu bilmiyor ama “Tuvalete girerken okunacak dua” ezberlenmesi için ödev olarak verilmiş.

Öğretici genç kardeşim din adına bildiği her şeyi o 2 ayda çocuklara  vermeye kalktı.

Tabii geçen yıl  300 tl vererek (Peşin) başladığımız kursu tamamlayamadık. Sadece yüzme ve ata binicilik günlerinde çocuk kursa gitti.

Hem velilere,hem kurs düzenleyen kurum ve kuruluşlara hem de kurs öğreticilerine seslenelim,

3 ay az değil ne olur biraz daha dikkat….İnsan israfı en büyük israftır.

 

Ramazan Planınızı Yaptınız mı?

Ramazan Planınızı Yaptınız mı?

Bu soruyu derse girdiğim 14-19 yaş gurubundaki öğrencilerime sordum.
-“Oruç tutatacağız ya hocam ne planı”? diye şaşıranların yanı sıra,
-“Plan belli hocam, geceler bizim, gündüzler uykumuzun” diyenler de oldu.

Kızlardan az bir bölümü, mukabelelere katılacaklarını söylediler.

Evet, Ramazan Ayına çok az bir süre kaldı.
Bilmiyorum sizin Ramazana dair bir planınız var mı?
-Olmalı mı? diyorsanız,
-Evet olmalı…

Ramazan manevi derinliği olan, yatay yaşam tarzının veya sıradanlığın,rutin alışkanlıklarımızın değiştiği, bunun yerine dikey (aşağıdan –yukarıya) bir manevi yaşamın hayatımıza girdiği ay…Bel ki de bizim miracımız…

Aslında Ramazan çift yönlü bir yaşamın adı. Aşağıdan yukarıya dua, Yukarıdan aşağıya rahmet ve bereket…

Küçücük bir yaz tatilimizin bile planlamasını aylar öncesinden yaparken, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesini de içinde barındıran Ramazan Ayı için bir planımızın olmamasının izahı yok.

Ramazanı dolu dolu yaşayanlar bayramı hak ederler…
Ne yapabilirim ki? Diyenlere formülü söylüyorum.

فَأَمَّا مَن أَعْطَى وَاتَّقَى Kim ihtiyaç sahiplerine verir ve Allah’a derin bir saygı duyarsa,
وَصَدَّقَ بِالْحُسْنَى Ve sözün güzeline (Kuran’a) uyarsa ,
فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْيُسْرَى Cenneti ona kolaylaştırırız… (Leyl Suresi)
1. Namazlarınızı ihmal etmeyin ve mümkünse cemaatle kılın
2. Dostlarınızla beraber iftar edin
3. Bu Ramazan Kuran-ı Mealiyle hatim etmeyi planlayın…
4. Dedikodu, gıybet ortamlarından uzak durun.
5. Sosyal medya, internet, TV, alışkanlıklarınızı sınırlandırmayı deneyin.
6. Yakınlarınızı arayın hal hatır sorun…
7. Sofralarınıza yoksulları çağıramıyorsanız, bir aşevi veya vakıf –dernek aracılığı ile iftar vermeyi deneyin.
8. Başkaları için de dua etmeyi deneyin
9. Ramazanların hayatımızın fırsatı olduğunu unutmayın
10. Çok yapamam diyorsanız, yukarıdakilerden yalnız namaza ait hassasiyetinizi koruyun.
Ahmet DEMİRBAŞ / Konya Mayıs 2016

Sosyal Medya Ahlakı

Söz etkiliymiş bir zamanlar… 

Konuşmadan önce sözün önünü ve arkasını düşünmeniz gerekirmiş. 

 “Ağızdan çıkan söz, yaydan çıkan oka benzer” demiş Hz. Ali…

Söz senetmiş…

Sözün gücü, gücün sözünden daha etkiliymiş.

Sözü kesmek büyük ayıpmış…

Hele dinlemezlikten gelmek… 

İnsanları profilinden ve instagram hesabından değil, sözünden tanırmış başkaları…

Konuşmayanda bir hinlik sezermiş insanlar…

 Biz konuşmayı bırakalı çok oldu…

İletişimin en sağlıklı yolu olan gözlere bakarak konuşmak ise çoktan bitti…

 Sözün sahibini tanımadığımız sosyal medyadaki bilgi ve haberlere bakıyoruz artık.

Meşrebimize, siyasi ve ideolojik düşüncemize uygunsa ‘Paylaş’ butonuna tıklayarak o bilgi veya haberin paylaşılmasına aracılık ediyoruz.

 Peki o bilgi veya haber yalansa?

İftira ise?

Komplo ise?

 Hiçbir sorumluluğumuz yok mu?

 “Ey iman edenler ! günah işlemeyi alışkanlık haline getirmiş bir kişi size bir haber getirirse, onu iyi araştırın…yoksa bilmeden haksızlık edersiniz” ayetleri bize ne diyor?

 Sosyal Medyanın da bir kullanım ahlakı olması gerekmez mi?

Bu platformlar istediğimiz gibi yalan uydurabileceğimiz, insanların onuruyla haysiyetine kastedebileceğimiz alanlar mı?

“Kişiye günah olarak,duyduğu her şeyi aktarması yeter” buyuruyor peygamberimiz…

‘Bunu yayalım arkadaşlar’ notuyla paylaşılan şeyleri eğer biz de paylaşacaksak birazcık araştırmamız gerekmez mi?

2013 yılında bir gazetecinin (tabii yandaş bir gazetecinin) , kendi özel yurdunda kalan kız öğrencilere tecavüz ettiği iddiası,   www.cesurgazete.com adlı bir sitede haber oluyor.

Sosyal medya kaynaklı haberin iftira olduğunu anlayan site editörü haberi hemen kaldırıyor ve haber yapan şahsı işten atıyor.

Ancak, habere mal bulmuş mağribi gibi atlayan Özgür Gündem Gazetesi bu haberi sayfalarına taşıyor.

Haberi fark eden gazeteci ise, Özgür Gündem Gazetesi hakkında dava açıyor ve tekziple birlikte tazminat kazanıyor.

Çünkü ne gazetecinin Kocaeli de bir özel yurdu var. Ne de bir taciz söz konusu…

 Tarih 2016… Bu iftiradan 3 yıl sonra sosyal medya da bir paylaşım…

Aşağıdaki gibi….

ŞİMDİ ANLADINIZ MI İFTİRANIN NASIL HABER OLDUĞUNU….

Bu günlerde, imam,Din Kültürü öğretmeni,Kuran Kursu öğrencisi,başörtülü taciz  ve

tecavüz haberlerinin arttığını göreceksiniz.

Hiç şaşırmayın….

Elbette insan her yerde insandır. Mesleği ile hiç ilgisi olmayan aşağılık insanlar her zaman habere konu olabilir.

Keşke daha iyi önlemlerle bunları önleyebilsek…

Bunun için de caydırıcı cezaların mutlaka verilmesi gerekiyor…

Ama bir iftiranın aracısı olmayalım.

Kimseye bel altı atışlar yapmayalım.

Yoksa bir gün iftiraya uğradığınız da, çevrenizdekilerin sizi anlamasını ve güvenmesini beklemek durumunda kalmak kadar acı bir şey yoktur…

 

Gazi Emmi Ud’u nasıl buldu?

Kasabamız Büyükmahalleden (Gazi Memedi) ve ( Gazi Bekiri)’nin merhum babaları GAZİ EMMİ…

Bu yazımızdaki hikayenin kahramanı O…

Kendisine Allah’tan rahmet diliyoruz…

Efendim Merhum Gazi Emmi çevresinde biraz hoca olarak bilinirmiş.

Hatta bazı zamanlarda muska yazdığı da malummuş…

Adınız çıkmaya görsün, her hastalığa yakalanan artık size muska yazdırmak için gelir.

Merhum kimseyi de kırmazmış.

 Hatta eskilerin o amansız hastalığı olan sıtma hastalığı   için de çok muskalar yazmış merhum…

 Günlerden bir gün komşu Kempos köyünde ‘Serserinin Oğlu’ diye bilinen meşhur bir çalgıcının ‘UD’ u çalınmış…

Kempos’tan Gazi Emmi’nin ününü duyan bazıları, çalınan Ud’u  kimin çaldığını onun bulabileceğini, Gazi Emmi’nin kayıpları bulabilen bir hoca olduğunu söylemişler.

 Uzatmayalım Gazi Emmi Kempos’a davet edilmiş…

Ud’u bulursa karşılığında bir koyun 100 lira da para vereceklerini söylemişler…

 Gazi Emmi Dağ yolundan Kempos’a giderek köye ulaşmış.

İlk akşam onu bir köy odasına yerleştirmişler…

Sohbet geceye kadar sürmüş…

 Gecenin sonunda Gazi Emmi çevresindekilere;

“Gidin yatın, Udu merak etmeyin” demiş. Ayrıca;

“ Eğer sabah bir sala duyarsanız bilin ki, udu çalan öldü.Duymazsanız bilin ki Ud bulundu”diye tembihlemiş.

 Herkes evine çekilip, el ayak sesleri kesilince, gece yarısı bir köylü gazi Emminin kapısını vurmuş;

-Kim o

-Hocam ben Udu çalan kişiyim.Ölmekten korkuyorum Udu getirdim.

-Neyse ben seni görmemiş olayım. Udu aşağıda hayvanların batmasının altına bırak…

-Tamam hocam oraya bırakıyorum.

 Sabah olup ta sala verilmeyince tüm Kemposlular  odanın önüne toplanmışlar.

Gazi Emmi odanın balkonuna çıkmış ve kendinden emin bir şekilde;

“ Ben size demedim mi bulurum diye? Ud batmanın altında girin alın” demiş.

 (İsa ÇİĞİL’den naklen hikayeleştiren Ahmet DEMİRBAŞ….)

ACIYI YAŞAMAK,SOSYAL MEDYA VE MAHREMİYET

Biliyorum uzun bir başlık oldu.

Aslında başlıktaki 3 farklı konuyu ayrı ayrı ele alıp,  daha detaylı şeyler yazabilirim.

Ama içimden gelmiyor.

Meseleye doğrudan girip, öyle düm dük ,eğip bükmeden söylemek istiyorum.

Biraz nobran olabilirim, dilerim kimseyi kırmam.

 28 Şubat Pazar ve 29 Şubat Pazartesi günleri kasabamızda tarifsiz bir acı ve hüzün vardı.

Tabii ki bu acıyı da en fazla şehidin babası Süleyman Abi ile annesi yaşadılar.

Bir de kederli eş,ve ne olduğunun farkında olmayan küçük Fatma…

 Cenazeye katılan 10 bine yakın kişinin de ruhundaki derin hüznü tarif etmek,yazmak imkansız…

 Fakat, Ama…

Farkına varamadığımız, yanlış yaptığımızı bir türlü anlayamadığımız bazı davranışlarımızı da yazmak, bir anlamda özeleştiri yapmak gerekiyordu.

 Hassasiyetlerimizi de göz önüne alarak bunu yazmayı göze aldım.

 1-Acının bu kadar görselleşmesi,acı çekenlerin her şeyi ile bu kadar resmin,video çekimlerinin ve Sosyal medyanın objesi olması ne kadar ahlaki?

      Ne kadar etik ve doğru?

      Doğru mu?

2-Bir belediye başkanı, galiba fotoğrafçısı ile gelmiş cenaze törenine…

Bilmiyorum adına açılan sosyal medya hesabını kendi mi yönetiyor,

Ama 30 a yakın cenaze ile ilgili fotoğrafı hesabından paylaşmasının izahı mümkün değil….

Valiyle tokalaşırken ben,

Milletvekili ve Belediye başkanı ile tokalaşırken ben,

Ağlayanların arasında ben,

Tabutun başında ben…

Hepimiz aslında paylaştığımız fotoğraflarla ‘Ben de oradaydım’ demek istiyoruz.

 3-Cep telefonunun resim ve video çekme özelliği olan herkes acımasızca o anı kare kare kaydetme telaşındaydı.

 Anadolu ajansı muhabiri bile yalnız birkaç kare kalabalık fotoğrafı çekerken,

Hemşehrilerimizden bazıları neredeyse tabutla selfie çekinmeye kalktılar.

 4-Peki Gözyaşlarını içine akıtarak kalbine gömen ve o onurlu duruşuyla cenazeye katılan şehit eşine zoomlanmış fotoğraf makineleri ve kameralara ne demeli…

 Sanki hepsi Acıya ve Üzüntünün sahibine doğrultulmuş birer silah gibiydiler…

 Kasabamızla ilgili sosyal medya hesaplarında şimdi onlarca üretilmiş içerik dolaşıyor.

Lütfen yapmayalım…Hele hele ,

Eş, çocuk,anne resimlerini ve görüntülerini paylaşmayalım. Bu hem ahlakın,hem vicdanın,hem dinin bir gereğidir.

Anamm Yaaa!…Yakarsınız Benim 2,5 liralık Gağnıyı…

Orta yaş ve üstü tüm hemşehrilerimiz bilir, kasabamızda‘Dibek Başı’ diye bir yer var.

Şimdiki Çatlakların Ev,Fettahların Ev ile eskiden Gumarabigilin Ev,Gardiyangilin Ev,Geggenin Ev,Bebet Emminin Evi ve Hacımemedaligillerin Evi bu küçük meydana bakardı.

Meydanın tam ortasında buğday dövülen bir Taş Dibek vardı.

Tüm komşular bu dibeği ortak kullanırlardı.

Bütün bu evleri ve dibeği bende biliyorum…

Ancak aşağıda anlatacağım olay,bizden önce yaşandığı için, babamdan rivayetle anlatıyorum.

Efendim, İş bu ‘Dibek Başı’ çevresindeki evlerde yaramaz çocuklar da var.

Mahalleliye ‘İllallah’ dedirten ise ,Merhum Mehmet PAMUK (Pambık) ile,

Şimdiki Fettah ALGÜL…

Yaşları 14-15 civarında, tam deli çağları…

Bir gün Gumarabigiller Dibek Başı Meydanına Kendir sermişler.

(Yeni nesil için söyleyelim, Kendir kenevirin sap kısımlarının suda bekletilmesi ile elde edilir.)

Fettah ve Pambık Memedi, bir akşam,bu kendirleri gizlice toparlıyarak,Bebet Emminin evinin önünde duran Kağnısının üzerine atmışlar ve,

Çalmışlar kibriti,vermişler ateşe…

Alevler ve dumanlar bir anda yükselmiş…

Tabii ki bizimkiler hemen zılmışlar…

Mahalleli koşmuş yangına,çabalamışlar,bağrışmışlar ama nafile…

Kağnı yanmış. Bebet Emmi perişanmış…

Kimin yaptığını görmeseler de failler az çok belli..

Gel zaman git zaman aradan 3-4 ay geçmiş.

Bebet Emmi yeni aldığı kağnıyla dağa doğru sapa gidiyormuş.

(Yeni nesil Sap getirmeye gitmek nedir onu da bilmez ya)

Bakmış karşıdan bir sap kağnısı yüküyle geliyor.

Dikkat etmiş gelenler Merhum Geggen ile oğlu Pambık…

Hemen yanan kağnısı aklına düşmüş.

Sessizce öküzün boynundaki ‘Zevle’yi  boyunduruktan çıkarmış.Arkasına saklayıp beklemiş.

Pambık tam Bebet Emmi’nin hizasına gelince, Zevleyi hızlıca Pambığın kafasına vurmuş.

Neye uğradığını anlayamayan Pambık;

-Anammmm! Demiş.

Bebet Emmi ise;

-Anamm Yaaa!!! Yakarsınız benim 2,5 liralık kağnıyı  diye karşılık vermiş.

Zevle:Öküzlerin boyunduruktan çıkmasını önleyen kalın sopa…
Sap: Ekinlerin başağı ile birlikteki hali..