Kasabamızda besicilik ve bir sorun

Biliyorum birileri böyle bir başlığı görünce burun kıvırarak,

-“ Hele bak sanki kendi Etiler veya Şisli de yetişti.” diyecekler. http://ahmetdemirbas.6te.net/wp-content/uploads/2016/06/resim.jpg

-Desinler…

 Kasabamızdan genç nüfusun büyük bir kısmı Konya’da yaşıyor.

Orta yaş ve üstü hemşehrilerimiz ise geçimlerini son yıllarda büyükbaş besiciliği yaparak sağlıyorlar…

 Bu güzel bir gelişme aslında…

Kasabamız Büyükbaş ve Küçükbaş hayvancılığı için uygun…

Konuştuğum bazı hemşehrilerim ise son yıllarda hayvancılığın getirisinin iyi olduğunu söylüyorlar…

Devletin son yıllarda verdiği teşvikler ve eski belediye başkanlarından Ali AKSOY’un örnekliği ,kasabamızda hayvancılığın gelişmesine katkı sağladı.

Sütler üreticinin kapısından alınıyor…Yem ayağına getiriliyor.

 Pancar işciliği artık bitti.

Hayvancılık kasabamız için iyi bir alternatif…

 Ancaaak;

 Planlı ve düzenli,yerinde yapılmayan bir besicilik kasabamızın tüm doğal güzelliklerini ortadan kaldırıp, çevreye yayılan kötü kokular nedeniyle kasabamızı yaşanmaz bir yer haline getirabilir.

Ali AKSOY’un zamanında iyi bir planlama ile kasabamız Kuruçay mevkii bu amaçla imara açılmıştı. Elektrik ve su hizmetleri de götürüldü.

 Şimdi ise, ahır sorunları nedeniyle veya altyapıya masraf etmeme adına herkes evinin altında besicilik yapmaya başlamış.

 Kasabaya girişinizde o kesif kokuyu hissediyorsunuz…

Kimse alınmasın, suçlamasın…Bu iyi bir durum değil.

 Ilgın Belediyesi’nin bu durumu düzeltme adına bir şeyler yapmasını bekliyoruz…

Bir zamanlar kasaba içinde harman dökmenin ve Patoz atmanın yasaklanarak vatandaş harman yerlerine nasıl yönlendirilmiş ise,

 Besicilik konusunda da üç mahalle için de alternatif yerler belirlenebilir…

Yaz kurslarında ne yapmaya çalışıyoruz???

Okullar bugün tatile girdi.

Milyonlarca ilk-orta ve Lise öğrencisi yaklaşık 3 aylık bir tatile çıktılar.

Aynı gün camilerimizdeki hutbenin konusu cami ve yaz kursları idi.

 Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı,Büyükşehir Belediyesi,Çeşitli sivil toplum kuruluşları,Dernekler,Cemaatler ve hatta bazı yer altı sekteryan guruplar çocuklarımıza yönelik yaz kursları düzenliyor.

 Yüzme, Binicilik, Gezi gibi etkinliklerin yanı sıra, Dini Değerler kapsamında, Kur’an okuma, Siyer,İlmihal Bilgilerini de kapsayan bir içeriği var yaz kurslarının…

 Peki bu kurslarda velinin amaç ve hedefleri neler?

Kursu verenlerin planı ne?

Öğreticiler Neyi ? Ne kadar? ve hangi yöntemlerle verecek?

Bu kurslarda bir denetlenebilirlik mekanizması veya başarıyı değerlendirme ölçütü var mı?

 Tüm bu soruların cevabı yok?

Tarife ise belli…

Kurs ücretleri,yemek ve servis ücretleri ile ortalama 400 ila 1000 lira arasında bir rakam telaffuz ediliyor…

 Komek yaz kurslarında bu miktar biraz daha düşük…

Sizin için para önemli değil ise,

-“Çocuğu yazdırdık kursa, en azından yeri belli” diye düşünmeden, yukarıda soru işareti koyarak sorduğumuz soruları bir kere daha düşünün…

Tam 4 yıldır oğlumu yaz kurslarına gönderiyorum.

Her yaz, bir daha o kursa göndermeyeceğimizi söyleyerek kursu tamamladık.

Ve şunu fark ettik cemaat ve dernekler bu işi ticari sektöre çevirmişler.

 Hiçbir pedegojik özelliği olmayan, az ücretle çalışmayı veya dernek gönüllüsü olmayı seçmiş, üniversite öğrencileri hatta imam hatip son sınıf öğrencilerinin öğretici olarak görevlendirildiği bu kurslarda, Çocuklara verilen dini bilgiler ise, mucizelerle örülmüş ve insani yönü örtülmüş bir peygamber ile, kategorik olarak numaralandırılmış ilmihal bilgileri…

Henüz Allah tasavvuru yerli yerince oturmamış çocuğum, Allah’ın zati ve subuti sıfatlarını telaffuz zorluğuna rağmen takır takır sayıyor.

 Neden dua etmemiz gerektiği ve duanın ne olduğunu bilmiyor ama “Tuvalete girerken okunacak dua” ezberlenmesi için ödev olarak verilmiş.

Öğretici genç kardeşim din adına bildiği her şeyi o 2 ayda çocuklara  vermeye kalktı.

Tabii geçen yıl  300 tl vererek (Peşin) başladığımız kursu tamamlayamadık. Sadece yüzme ve ata binicilik günlerinde çocuk kursa gitti.

Hem velilere,hem kurs düzenleyen kurum ve kuruluşlara hem de kurs öğreticilerine seslenelim,

3 ay az değil ne olur biraz daha dikkat….İnsan israfı en büyük israftır.

 

Körüş Memedi’nin ardından…

Körüş Memedi’nin ardından…

Öncelikle Merhuma Allah’tan rahmet diliyorum.

Başta eşleri Zeynep ablaya sabırlar diliyorum.

Zaman ne kadar hızlı geçiyor…

Sermayemiz olan ömrümüz, güneşin altındaki buz gibi hızla eriyor…

 

Körüş Memedi merhum köyümüz için bir fenomendi bence…

Bir zamanlar traktörlerin ve taraktörcülerin arzı endam ettiği ve gündem olduğu dönemleri yaşadık…

Bu dönemlerde Seyit TAŞKIN’ın Bakkal Dükkanı merkezdi.

Emirsiz,Haceli,Körüş,Orijinal… Hepiniz hemen hatırlayacaksınız

 Yatsı namazı öncesi ve sonrası, dükkan tıklım tıklım dolardı.

Bu kadar müşteriyi gören Seyit TAŞKIN, ek iş olarak çay ocağı bile kurmuştu bakkal dükkanında…

 Koyun,keçi.köpek,yayla muhabbetleri Çikinaligilin gaavede,

Pulluk,patoz,römork,ekin makinesi muhabbetleri,Seyidin dükkan-gaavede yapılıyordu.

Tayırgilin gaave ise okeycilerin mekanıydı…

 İşte, köy içi denen kasaba merkezinde doğup büyümüş bir kişi olmanın verdiği avantajla  bu mekanları ve içindekileri tanıma fırsatım oldu.

 Hepsine dair az çok hikayeler dinledim.

 Bu yazımda merhum Körüş Memedi’ne dair bir hikayeyi paylaşmak istiyorum.

Tarih hangi yıllardı bilmiyoruz..

Merhum Körüş Memedi’nin Babası  Körüş İsmail’i ile Merhum Çikinaligilin Abdullah, Savaş yaylasına çoban durmuşlar…

 Sürüde  çok fazla mal var…

 Davar seçiminde Merhum Göğşen İsmaili’nin( Dedem oluyor) iki koyunu eksik çıkmış…

Çobanlarla konuşurken dedem onlara demişki;

-Bi tane olsaydı neyse, ama iki tane koyun yok diyorsunuz…Ne izi var ne derisi…Doğru söyleyin ne oldu benim koyunlara?…

 Açıklama ve izahta zorlanıyorlar…

Dedem de ikisini de mahkemeye veriyor…

Bir iki celse Ilgın’a gidip geliyorlar…

Merhum Körüş İsmai’li mahkemenin aleyhlerine sonuçlanacağını anlayınca, dedeme gelerek;

 -Komşu davadan vazgeç, şurada kapı komşuyuz birbirimizin yüzüne bakacağız. diyor. dedemi ikna ediyor. Dedem de;

 -Madem öyle mahkeme masraflarını ödeyin vazgeçeyim diyor.

Merhum Körüş İsmail’i  mahkeme masraflarına karşılık dedeme 10 Lira veriyor.

 Ancak oğlu Körüş  Memedi o zamanlar delikanlılık çağı… Babasının dedeme 10 lira verdiğini öğrenince bu durum zoruna gidiyor ve ,

-“Ben bu 10 lirayı bi şekilde onlardan alacağım.” diyerek kinleniyor.

Gel zaman git zaman, dedem gilin kağnıyla evden ayrıldığını gördüğü bir gün,  Göğşenlerin hayadına (Zemin kat) girerek, orada bulunan bir kazmayı alıp çıkıyor.

 Kazmayı 10 liraya Tathasangilin Merhum Hasan Ağaya  satıyor. Artık gönlü ferah…

Hasan Ağa ise inşaat taşı çıkaran bir adam…

Kazma, çalışa çalışa yıpranmış…

 Hasan Ağa kazmayı tamir etsin diye, o zamanlar köyün meşhur demircilerinden Gumit İbramına getirmiş.

 Gumit İbramı kazmayı görünce dedeme ait olduğunu anlamış ve kazmayı kimden aldığını sormuş.

 Hasan Ağa da; Körüş Memedinden aldım  deyince,

-Git 10 Liranı Körüş Memedinden al, kazmayı Göğşen İsmaili’ne  ver. demiş.

 Böylece 2 yıl aradan sonra kazma dedeme dönmüş…

Not:.: Bu hikayeyi Merhum Körüş Memedinin de olduğu bir ortamda dinlemiştim. Anlatanda dinleyenler de gülüyorlardı.

   Amacım kimseyi rencide etmek değil. Tatlı bir hatıra olarak sizlerle de paylaşmak istedim

Ramazan Planınızı Yaptınız mı?

Ramazan Planınızı Yaptınız mı?

Bu soruyu derse girdiğim 14-19 yaş gurubundaki öğrencilerime sordum.
-“Oruç tutatacağız ya hocam ne planı”? diye şaşıranların yanı sıra,
-“Plan belli hocam, geceler bizim, gündüzler uykumuzun” diyenler de oldu.

Kızlardan az bir bölümü, mukabelelere katılacaklarını söylediler.

Evet, Ramazan Ayına çok az bir süre kaldı.
Bilmiyorum sizin Ramazana dair bir planınız var mı?
-Olmalı mı? diyorsanız,
-Evet olmalı…

Ramazan manevi derinliği olan, yatay yaşam tarzının veya sıradanlığın,rutin alışkanlıklarımızın değiştiği, bunun yerine dikey (aşağıdan –yukarıya) bir manevi yaşamın hayatımıza girdiği ay…Bel ki de bizim miracımız…

Aslında Ramazan çift yönlü bir yaşamın adı. Aşağıdan yukarıya dua, Yukarıdan aşağıya rahmet ve bereket…

Küçücük bir yaz tatilimizin bile planlamasını aylar öncesinden yaparken, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesini de içinde barındıran Ramazan Ayı için bir planımızın olmamasının izahı yok.

Ramazanı dolu dolu yaşayanlar bayramı hak ederler…
Ne yapabilirim ki? Diyenlere formülü söylüyorum.

فَأَمَّا مَن أَعْطَى وَاتَّقَى Kim ihtiyaç sahiplerine verir ve Allah’a derin bir saygı duyarsa,
وَصَدَّقَ بِالْحُسْنَى Ve sözün güzeline (Kuran’a) uyarsa ,
فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْيُسْرَى Cenneti ona kolaylaştırırız… (Leyl Suresi)
1. Namazlarınızı ihmal etmeyin ve mümkünse cemaatle kılın
2. Dostlarınızla beraber iftar edin
3. Bu Ramazan Kuran-ı Mealiyle hatim etmeyi planlayın…
4. Dedikodu, gıybet ortamlarından uzak durun.
5. Sosyal medya, internet, TV, alışkanlıklarınızı sınırlandırmayı deneyin.
6. Yakınlarınızı arayın hal hatır sorun…
7. Sofralarınıza yoksulları çağıramıyorsanız, bir aşevi veya vakıf –dernek aracılığı ile iftar vermeyi deneyin.
8. Başkaları için de dua etmeyi deneyin
9. Ramazanların hayatımızın fırsatı olduğunu unutmayın
10. Çok yapamam diyorsanız, yukarıdakilerden yalnız namaza ait hassasiyetinizi koruyun.
Ahmet DEMİRBAŞ / Konya Mayıs 2016

Sosyal Medya Ahlakı

Söz etkiliymiş bir zamanlar… 

Konuşmadan önce sözün önünü ve arkasını düşünmeniz gerekirmiş. 

 “Ağızdan çıkan söz, yaydan çıkan oka benzer” demiş Hz. Ali…

Söz senetmiş…

Sözün gücü, gücün sözünden daha etkiliymiş.

Sözü kesmek büyük ayıpmış…

Hele dinlemezlikten gelmek… 

İnsanları profilinden ve instagram hesabından değil, sözünden tanırmış başkaları…

Konuşmayanda bir hinlik sezermiş insanlar…

 Biz konuşmayı bırakalı çok oldu…

İletişimin en sağlıklı yolu olan gözlere bakarak konuşmak ise çoktan bitti…

 Sözün sahibini tanımadığımız sosyal medyadaki bilgi ve haberlere bakıyoruz artık.

Meşrebimize, siyasi ve ideolojik düşüncemize uygunsa ‘Paylaş’ butonuna tıklayarak o bilgi veya haberin paylaşılmasına aracılık ediyoruz.

 Peki o bilgi veya haber yalansa?

İftira ise?

Komplo ise?

 Hiçbir sorumluluğumuz yok mu?

 “Ey iman edenler ! günah işlemeyi alışkanlık haline getirmiş bir kişi size bir haber getirirse, onu iyi araştırın…yoksa bilmeden haksızlık edersiniz” ayetleri bize ne diyor?

 Sosyal Medyanın da bir kullanım ahlakı olması gerekmez mi?

Bu platformlar istediğimiz gibi yalan uydurabileceğimiz, insanların onuruyla haysiyetine kastedebileceğimiz alanlar mı?

“Kişiye günah olarak,duyduğu her şeyi aktarması yeter” buyuruyor peygamberimiz…

‘Bunu yayalım arkadaşlar’ notuyla paylaşılan şeyleri eğer biz de paylaşacaksak birazcık araştırmamız gerekmez mi?

2013 yılında bir gazetecinin (tabii yandaş bir gazetecinin) , kendi özel yurdunda kalan kız öğrencilere tecavüz ettiği iddiası,   www.cesurgazete.com adlı bir sitede haber oluyor.

Sosyal medya kaynaklı haberin iftira olduğunu anlayan site editörü haberi hemen kaldırıyor ve haber yapan şahsı işten atıyor.

Ancak, habere mal bulmuş mağribi gibi atlayan Özgür Gündem Gazetesi bu haberi sayfalarına taşıyor.

Haberi fark eden gazeteci ise, Özgür Gündem Gazetesi hakkında dava açıyor ve tekziple birlikte tazminat kazanıyor.

Çünkü ne gazetecinin Kocaeli de bir özel yurdu var. Ne de bir taciz söz konusu…

 Tarih 2016… Bu iftiradan 3 yıl sonra sosyal medya da bir paylaşım…

Aşağıdaki gibi….

ŞİMDİ ANLADINIZ MI İFTİRANIN NASIL HABER OLDUĞUNU….

Bu günlerde, imam,Din Kültürü öğretmeni,Kuran Kursu öğrencisi,başörtülü taciz  ve

tecavüz haberlerinin arttığını göreceksiniz.

Hiç şaşırmayın….

Elbette insan her yerde insandır. Mesleği ile hiç ilgisi olmayan aşağılık insanlar her zaman habere konu olabilir.

Keşke daha iyi önlemlerle bunları önleyebilsek…

Bunun için de caydırıcı cezaların mutlaka verilmesi gerekiyor…

Ama bir iftiranın aracısı olmayalım.

Kimseye bel altı atışlar yapmayalım.

Yoksa bir gün iftiraya uğradığınız da, çevrenizdekilerin sizi anlamasını ve güvenmesini beklemek durumunda kalmak kadar acı bir şey yoktur…

 

Gazi Emmi Ud’u nasıl buldu?

Kasabamız Büyükmahalleden (Gazi Memedi) ve ( Gazi Bekiri)’nin merhum babaları GAZİ EMMİ…

Bu yazımızdaki hikayenin kahramanı O…

Kendisine Allah’tan rahmet diliyoruz…

Efendim Merhum Gazi Emmi çevresinde biraz hoca olarak bilinirmiş.

Hatta bazı zamanlarda muska yazdığı da malummuş…

Adınız çıkmaya görsün, her hastalığa yakalanan artık size muska yazdırmak için gelir.

Merhum kimseyi de kırmazmış.

 Hatta eskilerin o amansız hastalığı olan sıtma hastalığı   için de çok muskalar yazmış merhum…

 Günlerden bir gün komşu Kempos köyünde ‘Serserinin Oğlu’ diye bilinen meşhur bir çalgıcının ‘UD’ u çalınmış…

Kempos’tan Gazi Emmi’nin ününü duyan bazıları, çalınan Ud’u  kimin çaldığını onun bulabileceğini, Gazi Emmi’nin kayıpları bulabilen bir hoca olduğunu söylemişler.

 Uzatmayalım Gazi Emmi Kempos’a davet edilmiş…

Ud’u bulursa karşılığında bir koyun 100 lira da para vereceklerini söylemişler…

 Gazi Emmi Dağ yolundan Kempos’a giderek köye ulaşmış.

İlk akşam onu bir köy odasına yerleştirmişler…

Sohbet geceye kadar sürmüş…

 Gecenin sonunda Gazi Emmi çevresindekilere;

“Gidin yatın, Udu merak etmeyin” demiş. Ayrıca;

“ Eğer sabah bir sala duyarsanız bilin ki, udu çalan öldü.Duymazsanız bilin ki Ud bulundu”diye tembihlemiş.

 Herkes evine çekilip, el ayak sesleri kesilince, gece yarısı bir köylü gazi Emminin kapısını vurmuş;

-Kim o

-Hocam ben Udu çalan kişiyim.Ölmekten korkuyorum Udu getirdim.

-Neyse ben seni görmemiş olayım. Udu aşağıda hayvanların batmasının altına bırak…

-Tamam hocam oraya bırakıyorum.

 Sabah olup ta sala verilmeyince tüm Kemposlular  odanın önüne toplanmışlar.

Gazi Emmi odanın balkonuna çıkmış ve kendinden emin bir şekilde;

“ Ben size demedim mi bulurum diye? Ud batmanın altında girin alın” demiş.

 (İsa ÇİĞİL’den naklen hikayeleştiren Ahmet DEMİRBAŞ….)

ACIYI YAŞAMAK,SOSYAL MEDYA VE MAHREMİYET

Biliyorum uzun bir başlık oldu.

Aslında başlıktaki 3 farklı konuyu ayrı ayrı ele alıp,  daha detaylı şeyler yazabilirim.

Ama içimden gelmiyor.

Meseleye doğrudan girip, öyle düm dük ,eğip bükmeden söylemek istiyorum.

Biraz nobran olabilirim, dilerim kimseyi kırmam.

 28 Şubat Pazar ve 29 Şubat Pazartesi günleri kasabamızda tarifsiz bir acı ve hüzün vardı.

Tabii ki bu acıyı da en fazla şehidin babası Süleyman Abi ile annesi yaşadılar.

Bir de kederli eş,ve ne olduğunun farkında olmayan küçük Fatma…

 Cenazeye katılan 10 bine yakın kişinin de ruhundaki derin hüznü tarif etmek,yazmak imkansız…

 Fakat, Ama…

Farkına varamadığımız, yanlış yaptığımızı bir türlü anlayamadığımız bazı davranışlarımızı da yazmak, bir anlamda özeleştiri yapmak gerekiyordu.

 Hassasiyetlerimizi de göz önüne alarak bunu yazmayı göze aldım.

 1-Acının bu kadar görselleşmesi,acı çekenlerin her şeyi ile bu kadar resmin,video çekimlerinin ve Sosyal medyanın objesi olması ne kadar ahlaki?

      Ne kadar etik ve doğru?

      Doğru mu?

2-Bir belediye başkanı, galiba fotoğrafçısı ile gelmiş cenaze törenine…

Bilmiyorum adına açılan sosyal medya hesabını kendi mi yönetiyor,

Ama 30 a yakın cenaze ile ilgili fotoğrafı hesabından paylaşmasının izahı mümkün değil….

Valiyle tokalaşırken ben,

Milletvekili ve Belediye başkanı ile tokalaşırken ben,

Ağlayanların arasında ben,

Tabutun başında ben…

Hepimiz aslında paylaştığımız fotoğraflarla ‘Ben de oradaydım’ demek istiyoruz.

 3-Cep telefonunun resim ve video çekme özelliği olan herkes acımasızca o anı kare kare kaydetme telaşındaydı.

 Anadolu ajansı muhabiri bile yalnız birkaç kare kalabalık fotoğrafı çekerken,

Hemşehrilerimizden bazıları neredeyse tabutla selfie çekinmeye kalktılar.

 4-Peki Gözyaşlarını içine akıtarak kalbine gömen ve o onurlu duruşuyla cenazeye katılan şehit eşine zoomlanmış fotoğraf makineleri ve kameralara ne demeli…

 Sanki hepsi Acıya ve Üzüntünün sahibine doğrultulmuş birer silah gibiydiler…

 Kasabamızla ilgili sosyal medya hesaplarında şimdi onlarca üretilmiş içerik dolaşıyor.

Lütfen yapmayalım…Hele hele ,

Eş, çocuk,anne resimlerini ve görüntülerini paylaşmayalım. Bu hem ahlakın,hem vicdanın,hem dinin bir gereğidir.

Anamm Yaaa!…Yakarsınız Benim 2,5 liralık Gağnıyı…

Orta yaş ve üstü tüm hemşehrilerimiz bilir, kasabamızda‘Dibek Başı’ diye bir yer var.

Şimdiki Çatlakların Ev,Fettahların Ev ile eskiden Gumarabigilin Ev,Gardiyangilin Ev,Geggenin Ev,Bebet Emminin Evi ve Hacımemedaligillerin Evi bu küçük meydana bakardı.

Meydanın tam ortasında buğday dövülen bir Taş Dibek vardı.

Tüm komşular bu dibeği ortak kullanırlardı.

Bütün bu evleri ve dibeği bende biliyorum…

Ancak aşağıda anlatacağım olay,bizden önce yaşandığı için, babamdan rivayetle anlatıyorum.

Efendim, İş bu ‘Dibek Başı’ çevresindeki evlerde yaramaz çocuklar da var.

Mahalleliye ‘İllallah’ dedirten ise ,Merhum Mehmet PAMUK (Pambık) ile,

Şimdiki Fettah ALGÜL…

Yaşları 14-15 civarında, tam deli çağları…

Bir gün Gumarabigiller Dibek Başı Meydanına Kendir sermişler.

(Yeni nesil için söyleyelim, Kendir kenevirin sap kısımlarının suda bekletilmesi ile elde edilir.)

Fettah ve Pambık Memedi, bir akşam,bu kendirleri gizlice toparlıyarak,Bebet Emminin evinin önünde duran Kağnısının üzerine atmışlar ve,

Çalmışlar kibriti,vermişler ateşe…

Alevler ve dumanlar bir anda yükselmiş…

Tabii ki bizimkiler hemen zılmışlar…

Mahalleli koşmuş yangına,çabalamışlar,bağrışmışlar ama nafile…

Kağnı yanmış. Bebet Emmi perişanmış…

Kimin yaptığını görmeseler de failler az çok belli..

Gel zaman git zaman aradan 3-4 ay geçmiş.

Bebet Emmi yeni aldığı kağnıyla dağa doğru sapa gidiyormuş.

(Yeni nesil Sap getirmeye gitmek nedir onu da bilmez ya)

Bakmış karşıdan bir sap kağnısı yüküyle geliyor.

Dikkat etmiş gelenler Merhum Geggen ile oğlu Pambık…

Hemen yanan kağnısı aklına düşmüş.

Sessizce öküzün boynundaki ‘Zevle’yi  boyunduruktan çıkarmış.Arkasına saklayıp beklemiş.

Pambık tam Bebet Emmi’nin hizasına gelince, Zevleyi hızlıca Pambığın kafasına vurmuş.

Neye uğradığını anlayamayan Pambık;

-Anammmm! Demiş.

Bebet Emmi ise;

-Anamm Yaaa!!! Yakarsınız benim 2,5 liralık kağnıyı  diye karşılık vermiş.

Zevle:Öküzlerin boyunduruktan çıkmasını önleyen kalın sopa…
Sap: Ekinlerin başağı ile birlikteki hali..

Ali İhsan KOÇ’un ardından…

Biliyorum ailenin acıları taze…

Niyetim onların acılarını daha da artırmak değil…

 Gençlerin ölümünü “Gök ekin biçilmiş gibi” diyerek tanımlıyor Yunus Emre…

Merhum kardeşimiz Ali İhsan’ın da 45 yaşında olduğunu biliyorum…

Benden 2 yaş küçük olmasına rağmen çocukluğumuz onun da benim de “Köy İçi” dediğimiz kasaba meydanın da geçti.

İlkokulu benden bir sınıf sonrada okudu. Galiba Aşağıçiğil Lisesini bitirmişti. Bizim ise yolumuz İmam Hatip Lisesine düştü.

 Liseden sonra ise polis memuru olduğunu biliyorum. Nerelerde çalıştı, hangi illerde görev yaptı bilmiyorum…

Ama hatırımda kalan o sarışın çocuk silueti, bizden uzun boylu, mahalleden birinin aramızdan ayrılması ölüm-ecel/hayat- ahiret gerçeklerini bana bir kere daha hatırlattı.

 Hayat o kadar hızlı akıyor ki, yetişemiyoruz, yorgun düşüyoruz,kalbimiz bile buna dayanamıyor…

 O kadar çok ölüm haberi alıyor, o kadar çok ölüm haberi veriyoruz ki,

Nereye baksam tüm nesneler, canlı-cansız her şey sanki beni korkutmak için yüksek sesle “Ölüm var”,”Ölüm var” diye bağırıyor…

 Hayatında başka acıları da yaşamış baba ‘Halil Abi’ye’,

Muhtereme eşlerine,

Henüz hayatının başlangıcındaki küçük yavrularına,

 Rabbim Sabırlar Versin

Konya/13.02.2016

Gavur isen Almanya’ya git…

Bu Kurban bayramı kasabamızı ziyaretimde dinlediğim bir yaşanmış hikayeyi sizinle paylaşmak istiyorum….

Olay 70 veya 80 li yıllarda yaşanmış…

Olayın kahramanları Merhum Yaşar (Kerimin Yaşar) ve

Merhum Mehmet Ali BAĞLI(Dağlıgilin Mehmet Ali)

Hatırlayamayanlar için ikisininde resmini aşağıya koyacağım…

Efendim olay şu;

Merhum Mehmet Ali BAĞLI, şimdi Salih ERİKCİ hocanın evinin hemen yanında bulunan evini inşa ediyor…

Usta ve ameleler yoğun çalışıyorlar…

Öğle vakti olunca inşaatın sahibi Mehmet Ali abinin merhume eşi usta ve amelelere yemek hazırlayıp inşaatın yanına geliyor…

Yemek saati…

Menüde şebit ekmeğine dökülüp yayılmış bulgur pilavı ile yanında buz gibi ayran…

O sırada oradan geçmekte olan Yaşarı görüyorlar ve Mehmet Ali abi onu da yemeğe çağırıyor…

Yaşar bu…hiç bir yemek davetine hayır demez… 

Usta ve ameleler sofraya oturuyorlar…Yaşar da…

Yalnız bir problem var…

Pilav çok sıcak olduğu için kimse yiyemiyor…

Yaşar ise çok hızlı…Önden sıcak pilav,arkadan buz gibi ayran…Durmadan yiyor…

Bu durum Mehmet Ali abinin dikkatini çekiyor…

Yaşar tam sıcak pilavı ağzına alıp,hızlıca ayrana uzanırken,

Memet ali abi yaşarın bileğini tutup ayranı almasına izin vermiyor…

Ağızda sıcak pilav,ayransız bir türlü yutamayan Yaşarın gözleri yaşarıyor…

Zorla yuttuğu pilavdan sonra Mehmet Ali abiye doğru bağırarak;

“Gavur isen Almanya’ya git” diyor….